
|
CUMHURİYETÇİLİK
Atatürk'ün hayatı boyunca inandığı ve
aşama aşama ulaştığı cumhuriyet, daha sonraki devrimlerin gerçekleşme
koşulunu da yaratmıştır. Yani Atatürk'ün düşüncesinde cumhuriyet,
padişahlığı yıkan ve yerine geçen, siyasal işlevi dışında, yeni
Türkiye'yi oluşturacak bir dizi devrimlerinde gerçekleştirileceği,
toplumsal yanı ile de yer tutmaktadır.
"Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye
Cumhuriyeti halkını tamamıyla çağdaş ve bütün anlam ve biçimiyle uygar
bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin asıl ilkesi budur"
Atatürk "Her terakkinin ve kuruluşun anası hürriyettir" derken
cumhuriyeti özgürlük ilkesine dayandırmaktadır. Bu ilke siyasal anlamda
karşılığını demokrasi olarak bulmakta ve cumhuriyetin esas unsurlarından
birini oluşturmaktadır.
Atatürk "Özgürlüğün de, adaletin de dayanak noktası ulusal
egemenliktir" diyerek cumhuriyetin esas unsurlarından ulusal egemenlik
ilkesini belirlemektedir. Atatürk'ün ulusal egemenlik ve demokrasi
ilkelerine dayandırdığı cumhuriyet düzenine ilişkin düşüncesini en özlü
biçimde şu cümlede görebiliriz:
"Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İcra kudreti, tesri-i
selahiyeti milletin yegane mümessili olan mecliste tecelli ve temerküz
etmiştir. Bu iki kelimeyi bir kelimede hülasa etmek kâbildir:
Cumhuriyet".
LAİKLİK
Osmanlı İmparatorluğu
dönemindeki batılılaşma hareketleri sırasında aydın kesimde beliren; din
işleri ile devlet işlerinin ayrı tutulması, biçiminde özetlenebilecek
laik anlayışı, bu hareketlerle ilgilenen Atatürk'ü de etkilemiştir.
Bunun üzerine Atatürk din olgusunu çağdaş bir anlayışla belirlemiştir.
"Din bir vicdan sorunudur. Herkes vicdanının emrine uymakta
serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı
değiliz. Biz sadece, din işlerini devlet ve ulus işleriyle
karıştırmamaya çalışıyoruz."
Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes, Allah'ına istediği gibi ibadet
eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı, bir şey yapılamaz. Türkiye
Cumhuriyeti'nin resmi dini yoktur.
"Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse,
hiç bir kimseyi ne bir din, ne de bir mezhep kabulüne zorlayabilir. Din
ve mezhep, hiç bir zaman, siyaset aracı olarak kullanılamaz."
Ancak laik devlet uygulaması, Türkiye'de bir çok tartışmalara, çok
defa yanlış anlaşılıp yanlış yorumlamalara konu olmuştur. Bilerek ya da
bilmeyerek, bilinçli ya da bilinçsiz Atatürk'e ve Atatürkçülüğe hep bu
çizgiden saldırılmıştır. Bu nedenle de laiklik ve laik devlet düzeni,
Türkiye'mizde geç ve güç anlaşılan ve en zor benimsenen devrim olmuştur.
Ve hatta halen bazı kendini bilmez şahıslar, saldırılarına devam etmekte
ve dini siyasi amaçla kullanmaya çalışmaktadırlar.
MİLLİYETÇİLİK
Bu ilkenin de kökeni Osmanlı
imparatorluğunun son dönemlerinde ortaya çıkan batılılaşma hareketlerine
dayanır. Bu hareketlere tepki olarak beliren Milliyetçilik düşüncesinin
aydın kesimdeki savunucuları arasında Mustafa Kemal'de vardı. Özellikle,
Namık Kemal, Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp gibi yazarların
düşüncelerini benimseyen Atatürk'ün, tarihsel gerçeklerden kaynaklanan
şu sözleri o dönemi yansıtır. "Özellikle bizim ulusumuz, ulusal anlayışa
sırt çevirmenin çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu içindeki
çeşitli topluluklar, hep ulusal ilkelere sarılarak, ulusçu ilkenin
gücüne dayanarak kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu sopa ile
içlerinden kovulunca anladık. Gücümüzü yitirdiğimiz anda, bizi
aşağıladılar, küçük gördüler. Anladık ki, suçumuz kendimizi
unutmamızmış. "
Atatürk'ün Milliyetçilik ilkesi ulusal kişilik ve benlik
duygusunun ifadesidir. Bir ulusun diğer uluslara bakarak, doğal ve
kazanılmış özel karakterlere sahip olması, diğer uluslardan farklı bir
varlık meydana getirmesi, genellikle onlardan ayrı olarak onlara paralel
gelişmeye çalışması anlayışına milliyetçilik ilkesi denir.
"Türk ulusunun yönetiminde ve korunmasında, ulusal birlik, ulusal
duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz ülküdür" derken de ön
plana çıkarılan Ulus kavramıdır. Bu kavram her koşulda vurgulanmış, tüm
eylemlerde ulus dayanak alınarak, sonuç-başarı ulusa mal edilmiş, odak
noktası olarak "Ulus" kavramı benimsenmiştir.
Atatürk'ün Milliyetçiliği aynı zamanda geniş bir hoşgörüye de
sahiptir.
"Gerçi, bize ulusçu derler ama biz öyle ulusçularız ki bizimle
işbirliği yapan tüm uluslara saygı gösteririz. Onların bütün ulusal
gereklerini tanırız. Bizim ulusçuluğumuz, herhalde, bencil ve kendini
beğenmiş bir ulusçuluk değildir."
HALKÇILIK
Kurtuluş Savaşı, ulusal
niteliği gereği, tek bir sınıfa ya da gruba dayanmayıp, toplumun tüm
kesimlerini içine alan geniş ittifakın ürünü olarak kazanılmıştır. Bu
nedenle Atatürk'ün halkçılık ilkesi kaynağını kurtuluş mücadelesinde
bulmuştur.
"Bizim halkımız, yararları birbirinden ayrılır sınıflar halinde
değil, tersine varlığı ve gayretleri birbirine gerekli olan sınıflardan
oluşur. Bu dakikada dinleyenlerim, çiftçilerdir, sanatkarlardır,
tüccarlardır ve işçilerdir. Bunların hangisi, ötekisinin karşısında
olabilir. Çiftçilerin, sanatkarlara; sanatkarların çiftçilere ve
çiftçinin, tüccara ve bunların hepsinin, ötekine ve işçiye ihtiyacı
olduğunu kim yalanlayabilir?"
"Halkçılık; cumhuriyetçilik ilkesinin içerdiği demokratik
özgürlükçü, çoğulcu yönetimin yasalardaki bir hak olmaktan çıkarılıp,
işlerliğe kavuşturulmasını; yönetimde, siyasada, kalkınmada, gelirlerin
dağılımında, devlet ve ulus imkanlarının kullanılmasında halk yararının
gözetilmesini amaçlar. Bu amaç doğrultusunda devleti, önlemler almak,
yasalar çıkarmak, düzenlemelere gitmek, engelleri ortadan kaldırmakla
görevli kılar."
DEVLETÇİLİK
Türkiye'nin ekonomik konulara
ilişkin sorunlarını düzenlemek amacıyla 17.2.1923 tarihinde toplanan
İzmir İktisat Kongresi'nde açılış konuşmasını yapan M. Kemal; ülkenin
imparatorluk döneminden devraldığı sorunları ve çözüm aşamasındaki
dikkate alınacak ilkeleri belirlerken, ulusun tüm bireylerinin ve
olanaklarının kalkınma için, bir program çerçevesinde seferber edilmesi
gerektiğini vurgulamıştır.
Ekonomik kalkınmayı, çok kısa zamanda kalkınmayı öngören Atatürk
buna uygun olarak Devletçilik ilkesini benimsemiştir. Bu takdirde karşı
karşıya kalınacak güçlük şudur: "Devletle bireyin karşılıklı faaliyet
alanlarını ayırmak..." İlke olarak devlet, bireyin yerini almamalıdır.
Fakat bireyin gelişmesi için, genel şartları göz önünde bulundurmalıdır.
Bir de bireyin kişisel faaliyeti, ekonomik kalkınmanın asıl kaynağı
olarak kalmalıdır...
Devletle birey, birbirine karşı değil, birbirinin
tamamlayıcısıdır."Devletçilik ülkenin içinde bulunduğu koşullar
nedeniyle zorunlu bir gereksinimdir. Başarılı olması için akılcı ve
özverili bir çalışma gerekliydi. Özellikle Birinci ve İkinci Sanayi
Planları, uygulamada önemli yatırımların gerçekleştirilmesini sağladı."
"Bizim izlemeyi uygun gördüğümüz devletçilik kişisel gayret ve
faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde,
ulusu refaha ve ülkeyi bayındırlığa eriştirebilmek için, ulusun genel ve
yüksek yararlarının gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik alanda,
devleti doğrudan ilgili kılmaktır."
Devletçilik ilkesi Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuş ve o dönem
için Türkiye'ye özgü bir sistem olup, devletle bireyin birbirine karşı
değil, birbirini bütünleyici olması nedeniyle de dönemindeki ekonomik
sistemlerden ayrılmaktadır.
İNKILAPÇILIK
Atatürkçülüğün inkılapçılık
anlayışı, zamanına göre geri kalmış müesseselerin ortadan kaldırılması
ve yerine ilerlemeyi, gelişmeyi, kolaylaştıracak, geliştirecek
müesseselerin konması esasına dayanır. Bu inkılapçılık anlayışı iyiye,
doğruya, faydalıya yöneliktir. İnkılap, taassupla mücadelede en başarılı
yöntemdir. Atatürk "İnkılap, var olan müesseseleri zorla değiştirmek
demektir. Türk Milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri
yıkarak yerlerine, milletin en yüksek medeni gereklere göre ilerlemesini
sağlayacak yeni müesseseleri koymuş olmaktır." sözleriyle bu gerçeği
vurgulamıştır.
Atatürkçülüğe göre "Medeniyet yolunda başarı, yenileşmeye
bağlıdır. Sosyal hayatta, ekonomik hayatta, ilim ve fen sahasında
başarılı olmak için tek gelişme ve ilerleme yolu budur. " İşte bunun
içindir ki, toplumun, zamanın gereklerine kendini uydurması, gelişmesi
ve yenileşmesi gerekir.
Yenileşmeye ayak uyduramayan milletlerin hayatında çöküş başlar.
Bu çöküşü önlemek, topluma çağdaş niteliğini kaybettirmemek için
yeniliklere açık olmak gerekir. Atatürk bu hususu " Yaptığımız ve
yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını
tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşü ile medeni bir toplum haline
ulaştırmaktır. İnkılaplarımızın ana ilkesi budur. " sözleriyle
vurgulamıştır.
Atatürkçülük'te inkılapların yaşatılması, hayati önem taşır. Bu
inkılapların topluma maledilmesi ve yaygınlaştırılması gerekir. Atatürk
inkılaplarının korunması ve yaşatılması sayesindedir ki, toplumumuz
dinamizmini kaybetmeyecek, çağdaşlaşma yolunda adımlarına hızla ve
güvenle devam edecektir. Bu bakımdan inkılapların milletçe korunması
gerekir.
Atatürk'ün gösterdiği Dinamik İdeal'in gerçekleşmesi, çağdaş
medeniyet seviyesinin gerektirdiği atılımları yapmayı öngörür. Bu
bakımdan, Dinamik İdeal sadece yapılan inkılapları korumakla, yani
statik bir durumda kalmakla yetinmeyip, aklın, bilimin ve ileri
teknolojinin yol göstericiliğine dayalı gerekli atılımlarla
çağdaşlaşmaya yönelmeyi gerektirir.
Başa Dön
|


|